Tıp Fakültesi Günükleri-6 "Bir Müsibet Bin Nasihat"
- zeynepbetulkaya27
- 27 Şub
- 4 dakikada okunur

En son yazımdan bu yana bu bir aylık süreçte, bazen talep ederek bazen kabul ederek bir çok şeyle meşgul oldum. Sanırım Eylül ayından bu yana, ilgimin tamamına yakınını tıpa sunmayı tercih ettiğim tek aydı. Tercih etmek ne oranda gerçeği yansıtan bir kelime seçimi oldu bilmiyorum. Eskiden kelimeleri yalnızca gerçeği ne denli çıplak yansıtabildiklerini göz önünde bulundurarak seçerdim, şimdiyse hangi gerçeği yansıtmalarını isterdim diye de düşünür oldum. Allaha şükür, kafayı tıkırında kurup da göndermiş Dünya’ya, iki tarafı çarpıyorum çırpıyorum, bir tarafı diğer tarafa eşitliyorum, kalanı da toplama ekledik mi, oldu bitti. Matematik hayata kafa tutuyor, bakkaldan para üstünü almayı öğrendikten sonrası ziyan.
Ocak ayının sonunda ilk kez bir staj tecrübem oldu. Okulumun hastanesinde Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları bölümünde bir hafta geçirdim. Başvururken beklentim tamamen bilgi edinmekten yanı sıra deneyim kazanmaktı. Bunu büyük ölçüde gerçekleştirdim diyebilirim. Aslında okulum ve hastane yan yana, yine hastaneye giderken beş aydır mesken edindiğim aynı kırmızı ışıktan geçiyor aynı kaldırımı adımlıyordum; bir hafta boyunca her gün hastaneye gitmek ve gönüllü stajyer olarak da olsa gittiğin yerde kapladığın bir alanının olması yeni bir şeyler hissetmemi sağladı diyebilirim. Sanırım bu en başından stajdan bağımsız olarak kişileri ve mekanı gözlem niyetiyle hareket ettiğimden olucaktır. İlk gün saat sekiz sularında, hastaneye girer girmez; feryat eden kadınlar ve cenaze arabasına taşınan bir sedye gördüm. Sabahlar bana her zaman içime yaşam üflüyor gibi gelirler. O sabah onların da boğazına dizildi. Elbette ki derim bu konulara anadan üryan olduğundan ben bu denli etkilendim. Buradan yola çıkmak gerekirse bir diğer nokta benim anadan üryanlığıma karşın doktorundan hizmetlisine hastane çalışanlarının -45 dereceye dayanıklı montlarının olmasıydı. Aksi mümkün olamazdı herhalde, akıl dayansa kalp dayanamazdı. Hastanede insanların yüzlerine dikkatle bakarsan, ne denli diken üstünde, rahatsız olduklarını görebiliyordun. Fakat anladım ki insanların yüzüne bakarsan işine bakamazsın. Sonrası malum bakacak bir yüz de kalmaz. Birkaç günden sonra, yan odadaki maç tartışmalarını, koridordaki hava durumu analizlerini tebessümle dinlemeye başladım. Mikrobiyolojiye dair bir çok şeyi yakından gözlemleme şansım oldu. Öğrenci sayısı ve laboratuvarların mevcut işleyişleri dahilinde ayırabildikleri süre göz önüne alındığında, muhtemelen bir daha bu kadar rahat ve uzun süreler gözlem şansım olmayacak. Örnek ekimleri, eliza, antibiyogram, gram boyama, PCR ve mantar incelemelerini bunlar arasında sayabilirim. Birçok şey manuel kullanıma yer verilmeyecek şekilde makineleşmişti, bu da medikal teknolojinin sahibine nasıl bir zenginlik ve güç sağladığına dair kafamda koca bir ünlem bıraktı. Son olarak hastanede geçirdiğim sürede en hayret ettiğim nokta kıyas kabul etmeksizin, sabah saat sekizde hastane kafeteryasında satılan ciğer kavurmaydı. Bilmiyorum Dünya’da eşi benzeri var mıdır ?
Stajdan sonraki üç haftam pek çoğunlukla ders çalışmak ve ders çalışma fikriyle güreş tutmakla geçti. Üst sınıflarda ki arkadaşlarımdan üçüncü komitenin bu yıl gireceğim en zor sınav olduğunu duymuştum, ne kadar beklediğim bir durum olsa da bu kadarını ön görememiştim. En iyisi filmin başına saralım, bu komite soru sayısı ve konu dağılımıyla çalışıyor olmaktan çok zevk aldığım bir komite olmadı. Çünkü soru dağılımının çoğunluğunun birkaç derse ait olduğu ve bu yüzden odaklanarak çalışmayı kolaylaştıran bir komite değildi. Ortalama rakamlardan bahsetmek gerekirse her dersin yaklaşık yirmi sorusu vardı, bu da her dersin hatırı sayılır miktarda çalışma materyali olduğu anlamına geliyor. Açıkçası bu sevdiğim bir model değil çünkü bu komite için düzenli çalıştığımı düşünüyorum ona rağmen o kadar slaytı derin çalışmam ve hafızama yerleştirmem pek mümkün değildi. Sınav günü kafamın içi müsilajdan dibi görülmeyen bir deniz gibiydi. Her yerinden bağlamından kopmuş bilgiler fışkırıyordu. Sınava gelirsek de benim denizim koca bir okyanusun içinde su birikintisi oldu kayboldu. Musilajları da büyüteçle arar olduk. Neyse ki sınava iyi çalışabilme şansım olmuştu, herkes kadar darbe almış olsam da beni zora sokmayacak bir notla bu komiteyi de atlattım. Üzerine sayfalar yazdırmaya, uykular kaçırmaya gerek duydurmayacak netlikteki olaylara bayılıyorum. İyi öğrenmek, iyi anlamak, iyi bilmek gerekiyormuş…
Bu uzun zamanlı odaklanma gerektiren dönemlerde, sanırım en hazzetmediğim gereklilik duygularımı ertelemek oluyor. Hazzetmiyorum çünkü beceremiyorum. Son zamanlarda bu çabamın da boşa olduğunu düşünür oldum. Sanki her ne şartta olursa olsun duygularını dolayısıyla da hayatı erteliyor olmak seni daha başarılı kılan bir şey olmuyor. Eğer inebileceğin bir pist kalmazsa bulutların üzerinde süzülmek de bir şey ifade etmiyor. Hayatını daha iyi hale getirmek için hayattan kopunca bir süre sonra sadece hayatını dahi iyi hale getirecek o unsurlarla baş başa kalıyorsun. Neyse ki kısa zaman önce “yanlış yapabiliyor olmanın sıradanlığı ve masumluğunu” kabul eder oldum. Emin olun “yanlış yapabileceğini, kusurlu olduğunu, eksik olduğunu kabul etmek” öyle rahatlatıcı bir şey ki! Ne bir antidepresan, ne bir anne şefkati, ne bir baba güveni, ne de bir dost sohbeti onun yanına yaklaşamaz. Bu kabulleniş, hizayı buluş, diz çöküş halleri beni her seferinde pek mutlu ediyor. Geçenlerde Şule Gürbüz’ün “Akılsız Adam” hikayesinde şöyle diyordu “” Genç olsan ki genç, ah zavallı genç, artık kendini bitik ve yorgun ve aslında hiç de genç duymayandır. Birisi gençsin dediğinde dudakları buruklukla kıvrılan ve cevap veremeyendir, aramayan da aynı zamanda. Birisi “Gencim daha,” mı dedi, “Daha edeceklerim bitmedi, süremi hesapladım, ohoo daha işletecek ne madenlerim var,” dedi. Sen duymamış olabilirsin, zaten neyi duydun ki? O, bunu dedi. Bunu diyenden daha kart ne vardır dünyada acaba, “gencim diyen gençten daha kart ne vardır dünyada? “” Ben genç olmaktan yoruldum varsın biraz da kart olayım. Hoşçakalın.
Şubat, 2025
Yorumlar